İrfan Meclisi

KADİR GECESİ'NDEN DEĞER İNSANINA

Zaman dairesinin Rahman’a en yakın diliminde, O’nun yakıcı aşkına benliğimizi teslim ettiğimiz zaman zirvelerindeyiz.

Bereketli zamanlarda, bire bin hasat alınan hayırlı günlerdeyiz. Ramazan’ı bu denli önemli kılan neden ‘Kadir Suresi’nde açıkça belirtilir: İçinde Kadir Gecesi’nin bulunması…

Kadir gecesi niçin o kadar değerlidir ki, ‘içinde Kadir Gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlı’ kılıyor Ramazan’ın bir gecesini? Bin aydan üstün Yapıyorsa eğer, o gece önemlidir!

O gecenin hangi gece olduğunu yakaladınız mı, büyük bir manevi fırsat ele geçti demektir. O gece, 365 gün içinde hangi günün gecesiydi acaba?

BELİRSİZ KUTLU VAKİTLER

Bazı vakitler önemi işaret edilmiş ama zamanı söylenmemiş, belirsiz bırakılmıştır. Kur’an’da bahsedilen ‘orta namazı’ hangisidir, bilinmez beş vakit içinden. Cuma günlerinde olduğu söylenen duaların geri dönmediği ‘işrak vakti’ ne zamandır, bilinmez. Ecel vakti ne zamandır, kıyamet vakti ne zamandır, bilinmez. Bu belirsizlik; belli kiş kulları arayışa sevketmek, o vakti yakalamak için ibadet gayretine teşvik etmek, öte yandan, o saati yakalayıp gerisine aldırmamak gibi kolaycılıklardan da uzak tutmak için gizlenmiştir. İşte gizlenen vakitlerden birisi de kadir Gecesi’nin hangi gün olduğudur.

ZAMANI KUTLU KILAN TEK İHTİMAL KALIYOR

Ramazan’ın son on günü içindeki tek gecelerde aranacağı hususuna değinmeyeceğiz burada. Maksadımız, tam bu noktada dikkatimize sunulan müthiş bir mesajı alabilmemizdir.

Dikkat edelim; ay takviminde günler sabit durmaz, dolaşır. Ay Takvimine göre Kadir gecesi, Ramazan’la birlikte yazı, kışı, baharı dolaşır. Eğer Güneş yılı esas alınsaydı o bir gece sabitlenecekti; filan ayın filan günü gecesiydi diye… Aynı noel gibi, doğum günlerimiz gibi… O zaman ne olacaktı? O gece kutsanıp, geceden medet umulacak aşırılıklara gidilecekti. Hrıstiyanlar öyle yapmıyor mu? Adeta, insanların putlaşmasını kaldıran, sembollerin putlaşmasını engelleyen Mabud, bir vaktin, bir zaman biriminin kutsallaştırılmasının, yani putlaştırılmasının da böylece önüne geçiyor.

ÖNEMLİ OLANA DİKKAT

Bize lisan-ı hal ile deniyor ki; “bakın; gecenin kendisi önemli olsaydı, o vakti sabit bir gece olarak size bildirirdik. Fakat önemli olan gece değil, o geceye değeri veren olaydır, ‘ne olduğu’dur. Böylece  ‘zaman putlaştırması’nın önüne geçilmiştir. O geceyi takvimde gezdirerek Yüce Allah, ‘o gece’nin kendisinin dahi O gecede olan hadisenin önüne geçmesine mani oluyor!

Böylece Kadir Gecesi’ni kutlarken ‘O’ geceyi değil, ‘geceye manasını yükleyen değerli şeyi’ hatırlıyoruz: Kur’an’ı!..

KADİR GECESİNDEN DEĞER İNSANINA

“Kur’an nasıl bir değer ki indiği geceyi, içinde Kur’an olmayan kendisi gibi bin aylık geceden daha kıymetli, üstün kılıyor. “Kadir!” yani, değer, kıymet yüklüyor!

Ya bu değerler kitabı Kur’an, bir insanın hayatına inerse! O insanı içinde Kur’an değerleri olmayan kendisi gibi binlerce insandan üstün kılmaz mı? Kılmalı değil mi? Kadir insanı, değerler insanı, kıymetli insan yapmaz mı…

DEĞERLER KİTABI: KUR'AN

İşte Kadir Gecesi’nin işaret ettiği bir hakikate gözlerimizi açmak zamanıdır: Madem ki Ramazan’a kıymet veren Kur’an’ı Kadir Gecesi’nde işaret ettiği gibi bir ‘değerler kitabı’ olarak sunuyor Rabbimiz; öyleyse şu soruyu sormalıyız: Kur’an hangi değerleri sunuyor insanlığa? Değerler kitabı Kur’an hangi değerleri getirmiştir?

ÖNCE SÖZ DÜZELECEK

Ne güzel buyuruyor yüce yaratan: “Cennette ne bir yalan ne de boş bir söz işitemezsiniz.”(Nebe,35) Cennette böyle davrananlar dünyada ne yapar? “Onlar, anlamsız, boş ve beyhude sözlerden yüz çevirirler.”(Müminun,3). Söz, faydayı istifadeye sunmuyorsa anlamsızdır. En büyük yanlışımız şudur: “Ben kendisine de söyledim” dedikten sonra bir kişi hakkında konuşmayı dedikodu, gıybet değil sanıyoruz. Halbuki tam tarif edilen gıybet de budur. Sözün uyandıracağı etkiyi dikkate almak önemli bir vasıftır. Bu bağlamda hanımlara da denir ki: “Kalpleri hastalıklı olanları heveslendirecek edalı söz söylemeyin, yerinde ve uygun söz söyleyin!”(Ahzab,32).

“Güzel sözün misali kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan, meyveleri sürekli yenen diri bir ağaç gibidir. Çirkin sözün misali ise köksüz, bütünüyle kararsız, dayanaksız, çürük bir ağaç gibidir.”(İbrahim 24-26) Konuştukça gelişmiyorsak, kaybediyorsak güzel söz söyleyemiyoruz demektir.

İnsanlar en çok kendi keyfiliğinden dolayı adaletten sapar. Adalet gibi sundukları şeyi aslında kendileri merkezli tasarlıyorlarsa bu sapmanın ta kendisidir. “Söz söylediğiniz zaman adil olunuz!”(En’am 152)

Söz üzerinde çok duruşumuz, değerlerimizi ağzımızdan çıkanlar belirlediği içindir. Hakkında konuştuğumuz kişi başkası değil aslında biziz. Kendimizi yansıtmış oluruz. Sözlerimiz amellerimize yansır çünkü: “Sağlam-doğru söz söyleyin. Ta ki Allah amellerinizi güzelleştirsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(Ahzab,70) Bu bahiste herhalde son söz şu olmalıdır: Allah’a çağırandan daha güzel sözlü kimdir?(Fussilet,33)

DEĞERLER KİTABINA BAKIŞ

İslam’da helaller ve haramlar değerleri koruma ve geliştirme amaçlıdır. İnsanı daha kamil ve toplumu daha dengeli kılma amacına matuftur.

Ölçü ve terazi anlatılmış, ardından bir değer olarak vurgulanmıştır: “…işte iyi davranış böyledir!”

Ayıp yerlerinizi örtecek ve sizi süsleyecek elbiseler gönderdik, diyor ve ardından yine bir değer önermesi geliyor: “…Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır.”(Araf,26).

Aile içi sürtüşme gerçeğini ele alıyor ve bir değerle bu sorunun aşılabileceğini gösteriyor: “Barış daha hayırlıdır.”(Maide,100)

İnsanların zalimliğe sapmamasını isterken değerlerin kaynağı da işaret edilmiştir: “Allah, kendi üzerine merhameti yazmıştır.”(En’am,13)

Bakınız, ölçüler hep değerlere bağlanarak anlamlandırılıyor...

KUR'AN'I YENİDEN OKUMAYA DAVET

İşte Kur’an’ın bu gözle yeniden okunmasını öneriyoruz.

 Kur’an’a değerler kitabı olarak bakalım. Bunun için Ramazan ve Kadir gecesi fırsatını başlangıç yapalım.

Kur’an’ın değerler hazinesini keşfe çıkalım: Sevgi, saygı, tevazu, vakar, cesaret, merhamet, adalet, doğruluk, dürüstlük… Kur’an’ın değerlerini hayatımızın ışığı yapalım.

Kadir (Değer) gecesi, değer insanı olmamıza vesile olsun. Değerler kitabı olması yönüyle de Kur’an’ın çağımızın dibe vuran ahlakının elinden tutması için bir vasıta olmaya çalışalım.

Değerler insanlığı kurtaracak tek yoldur.

Değerleri yaşayan ve yaşatanlara selam olsun!

Değerli insanlar, Müslümanlar, Kadir Gece’niz kutlu olsun!...

                             Sadullah MURAT
                             05/09/2010
                             Banaz/AFYON

____________________________________________

TERÖRÜN ÇÖZÜMÜ BİLGİYE DAYALI KUR’AN AHLAKIDIR

   Terör örgütleri şiddeti, kaba kuvveti, savaş ve çatışmayı adeta kutsal kavramlar gibi görürler. Kuran ahlakını yaşayanlar ise hayatlarında barışı, sevgiyi ve hoşgörüyü temel alırlar. Çünkü Allah, müminlerden güzel ahlaklı olmalarını istemektedir. Her Müslüman, kendisine kötülük yapıldığında dahi iyilikle karşılık vermekle yükümlüdür.

Terörizm, 20. yüzyılda toplumlara zulüm, acı, gözyaşı getirmiştir ve 21. yüzyılda da etkilerini artırarak sürdürmektedir. Özellikle ülkemiz de görülen asala, dev sol, dhkpc, hizbullah, tikko pkk vb terör eylemleri ile dünyanın pek çok yerinde oluşan terör eylemlerine karşı alınan adli tedbirler etkili olmamakta, güçlü devletler dahi terörü etkisiz hale getirememektedirler.

Bunun sebebi, kullanılan yöntemin yanlış olmasıdır. Din ahlakından tamamen uzak yetiştirilmiş, kendisini ve diğer insanları "biraz gelişmiş hayvan türleri" gibi gören, aşırı sorumsuz, başıboş ve saldırgan insanları dizginlemek, onlara hakim olmak, onları zaptetmek imkansızdır. Günümüzde hala birçok ülkede devam eden bu saldırganlığı ve zulmü engellemenin tek yolu, insanlara İslam dininin getirdiği güzel ahlakın aşılanmasıdır.

Terörizm barışın, dostluğun, kardeşliğin, uzlaşmanın ve hoşgörünün karşısında olan karanlık fikir ve ideolojilerin bir uygulamasıdır. İslam dininin özünü ise, bu güzel ahlak özellikleri oluşturur. Dolayısıyla terörizm, İslam diniyle tam anlamıyla çelişen bir yöntemdir.

Terör, komünizm, faşizm, ırkçılık gibi ideolojilerin sıklıkla başvurduğu bir vahşet yöntemidir. Bozgunculuğu öngörür ve şiddet yolu ile mevcut düzeni yıkarak, yerine kendi ideolojisi doğrultusunda yeni bir yönetim tesis etmeyi amaçlar. Terörün en belirgin özelliği, şiddete olan eğilimidir. Terör örgütleri şiddeti, kaba kuvveti, savaş ve çatışmayı adeta kutsal kavramlar gibi görürler.

Kuran'a uygun bir hayat yaşayan insan için ise bu asla mümkün değildir. Allah, müminlerden güzel ahlaklı olmalarını istemektedir. Kuran'da bu ahlakın nasıl olacağı da tarif edilmektedir. Örneğin Müslüman, kendisine kötülük yapıldığında dahi iyilikle karşılık vermekle yükümlüdür. Bu konudaki ayetlerden birinde Allah şöyle buyurur:
"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir." (Fussilet Suresi, 34)

Yukarıdaki ayette belirtildiği şekilde hareket eden bir insanın terörizmin mantık ve yöntemlerine sempati duyması, bu kanlı ideolojiye en ufak bir eğilim göstermesi elbette ki söz konusu olamaz.

Bu duygusal şiddet, Kuran'ın emirlerine tamamen aykırıdır. Kuran'da Müslümanlar öfkelendikleri zaman bunu yenen, akılcı, itidalli ve ılımlı insanlar olarak tarif edilmektedir. Karşılaştıkları hiçbir olay, hiddetlenmelerini ve saldırganlaşmalarını gerektirmez:
"Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever." (Al-i İmran Suresi, 134)

Terörizmi yönlendiren bir diğer özellik de, kitle ruhudur. Dünyanın pek çok ülkesinde, terör grupları içinde yer alan birçok akılsız ve cahil insan, neyi niçin yaptığını dahi bilmeden, kalabalığın ve ateşli sloganların etkisiyle duygusal bir histeriye kapılır, sürü psikolojisi içinde gerçekte kendi iradesiyle yapmayacağı kitle suçlarına karışır. Bir yabancıya sebepsiz yere saldırabilir, bir işyerini yağmalayabilir, topluca insanları katledebilir, hatta kendisini bile ölüme atmaktan çekinmeyebilir... Terör eylemlerine katılanların çoğu, irade ve vicdanları zayıf olduğu için, kitle psikolojisi içinde çözülmüş, "sürü" haline gelmişlerdir.

Terörizm, tabiatı itibarıyla, din ahlakının getirdiği sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, yardımlaşma, kanaatkarlık gibi ahlaki erdemlere tamamen zıt bir yapı meydana getirmektedir. İlahi dinler tarafından lanetlenmiş olan "zalimlik" kavramı, terörizmin mayasında vardır ve bu zalimlik terör grupları tarafından sistemli olarak övülmekte, meşru gösterilmekte ve özendirilmektedir.

Gerçek şu ki, tüm dünyada yaşanan iç karışıklıklardan, şiddeti gün geçtikçe artan kanlı terör eylemlerinden insanlık olarak kurtulmak gerekmektedir.
"Terör" kavramının, günlük lisanda kullanılan anlamından daha geniş bir kapsamı vardır.

Günümüzde, Türkçe’deki terör kavramı, genellikle radikal ideolojik gruplar tarafından yürütülen silahlı mücadeleyi ifade etmektedir. Oysa terör kavramı, çok genel bir yaklaşımla, uzun süreli korku ve dehşet durumunu ifade etmede kullanılır. Ve terör, yoğun ve sistematik bir korkuyu ve bu korkuya neden olabilecek her türlü şiddet eylemini içerir. Ancak her durumda terörün yöneldiği hedef, dolaylı ya da doğrudan halkın kendisi olmaktadır.

Terör örgütleri, savundukları ideolojiye bağlı olarak, haksızlık ve zulüm yaptığını düşündükleri yönetimi ve yöneticileri bertaraf etmeyi, böylece daha mutlu ve adaletli bir hayat tarzını yerleşik kılmayı amaç edindiklerini ileri sürmektedirler. Oysa bu hiç de gerçekçi bir yaklaşım değildir. Allah, Bakara Suresi'nin ilk ayetlerinde, bu tür bir anlayışa sahip olanlar için şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerine: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece ıslah edicileriz" derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler." (Bakara Suresi, 11-12)

Terörün başvurduğu temel yöntemler, gelişen ve değişen dünya koşulları ile birlikte, farklılık göstermektedir. Özellikle gelişen teknolojiye bağlı olarak elde ettiği yeni imkan ve kabiliyetleri ile etkisini ve gücünü her geçen gün artırmaktadır.

Teröre başvuran gruplar, eylem taktikleri ve yürüttükleri gizli faaliyetin bir gereği olarak, hedef seçimi ve eylem zamanı konusundaki inisiyatiflerini kullanmada sınırsız davranabilmektedirler. Kullandıkları yöntemlerin çeşitliliği nedeniyle, terör eylemlerinin, zamanından önce haber alınarak önlenmesi veya faillerinin yakalanması güçleşmekte ve bu da terörün olumsuz etkilerini artırmaktadır.

Ayrıca teröristler, eylemlerinde kendilerini sınırlayan ahlaki veya insani engeller tanımadıklarından dolayı, gözü kara bir ruh hali içerisinde zalimce ve acımasızca hedeflerine yönelmektedirler.

Bu noktada terörün iki farklı stratejisi ya da başka bir deyişle eylem yöntemi ortaya çıkar:

Birincisi, tehlikeli gördükleri muhaliflerin ortadan kaldırılması ya da susturulmasıdır.

İkincisi ise, toplum üzerinde etki oluşturacağı düşünülen hedeflere yapılacak saldırılarla, toplumu istenen biçimde yönlendirmektir. Yani provokasyon...

Bu sebeple, kimi zaman önemli bir toplumsal figür öldürülür, kimi zaman da rastgele toplu cinayetler işlenir. Burada tek amaç, insan öldürmüş olmak değildir; ölenleri kullanarak toplumun düşüncesini değiştirmektir.

Kısacası, terör, terör örgütleri tarafından vahşi bir yöntem olarak dünyanın dört bir köşesinde uygulanmaktadır. Amaçlar farklıdır, ama izlenen yöntem ortaktır.

Bugün dünyanın her yerinde vicdan sahibi insanların lanetlediği terör belası, İslam dininin getirdiği güzel ahlakın, barışın, uzlaşmanın, sevgi ve şefkatin yerleşmesiyle Allah'ın izniyletarihin derinliklerine gömülecektir.

Bir insanın suçsuz yere öldürülmesi insanlığı öldürmek gibidir


Terörizm, bir insanın yada bir grubun kendisine belirlediği sözde "kutsal" hedef uğruna binlerce masum insanı göz kırpmadan feda edebilmesi ve bunu bir erdem gibi görmesidir. "Hedefler araçları meşrulaştırır" mantığıyla düşünen teröristler, gerçekte hiçbir şekilde meşru olmayan bir hedef için her türlü vahşeti gerçekleştirebilirler.

Oysa Kuran'da, insanlara haksız yere saldırmanın, masum insanları öldürmenin çok büyük bir suç olduğu bildirilmiştir. Terör metodlarını benimseyenlere göre, insan hayatının hiçbir değeri yoktur, ama İslam dinine göre tek bir insanın hayatı dahi çok önemlidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
"... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur... " (Maide Suresi, 32)

Tek bir insanın dahi suçsuz yere öldürülmesi, tüm insanların öldürülmesi gibiyken, teröristlerin işledikleri cinayet, katliam ve gündemdeki tabiriyle "intihar saldırıları"nın, ne kadar büyük bir suç olduğu açıktır. Allah, terörizmin bu zalim yüzünün ahiretteki karşılığını şöyle bildirir:
"Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır." (Şura Suresi, 42)

Teröristler, ahlaki veya insani değerlerini kaybetmiş, zalim ve acımasız kişilerdir. Bundan dolayı da kolayca kışkırtılıp, öfkeye kapılıp, şiddete yönelebilmektedirler. Terörist gruplar, en basit bir olayda dahi gözü dönmüş bir öfkeye kapılır ve bunun ardından hemen kavga ve çatışma başlatırlar.

Hz. Muhammed (SAV) toplumsal barış ve huzuru sağlamıştır

Peygamber Efendimiz Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra, çok farklı insan topluluklarıyla karşılaşmıştır. O dönemde, Medine'de büyük bir etkinliğe sahip olan Yahudiler, çeşitli Hıristiyan toplulukları ve o güne kadar İslam'a girmemiş, eski dini anlayışlarını sürdüren müşrikler birarada yaşamaktaydı. Hz. Muhammed böyle bir ortamda, toplumsal birliği ve barışı sağlamak amacıyla Medine'deki kozmopolit yapıyı çeşitli sosyal sözleşmelerle kaynaştırmış, yüzden fazla topluluk ile bazen mektupla bazen de bizzat kendisi konuşarak çeşitli anlaşmalar yapmış, onlarla uzlaşmaya varmıştır. (T.W. Arnold, İngiliz misyoner araştırmacı) Peygamberimizin kurduğu bu toplumsal birliğin önemini şu şekilde ifade etmektedir:

"Önceleri tek bir emire kesinlikle itaat etmemiş olan o Arabistan, birdenbire siyasi bir birlik haline geliverdi ve o mutlak amire kendisini teslim etti. Yüz kadar küçük sosyal gruptan meydana gelmiş olan ve sürekli olarak birbirleriyle karşılıklı düşmanlıklarda bulunan küçük-büyük nice kabilelerden, Hz. Muhammed bir birlik meydana getirdi."

Nitekim Peygamber Efendimiz, Mekke'yi fethettikten sonra, daha önce Müslümanlara işkence eden müşrikleri dahi serbest bırakmış, onlara büyük bir hoşgörü göstermiştir. Hz. Muhammed'in gösterdiği bu üstün ahlak, daha önce Arap toplumunda benzerine hiç rastlanmamış bir durumdu ve insanlar arasında takdirle karşılanmaktaydı.

Peygamber Efendimizden güzel ahlak örnekleri

Yaşadığı dönemde diğer ülkelerde de gerçek adaletin uygulanması konusunda Hz. Muhammed tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Peygamberimiz hükmettiği her ülkenin yerli halklarına karşı Kuran'da bildirilen hoşgörü ve adaleti uygulamış, onlarla her iki tarafın da memnun kalacağı ve en ufak bir mağduriyet dahi yaşamayacağı anlaşmalar yapmıştır. Bu nedenle hangi dine veya ırka mensup olursa olsun her ülkenin halkı İslam'ın getirdiği barış, hoşgörü ve adaletten her zaman hoşnut kalmıştır. Hz. Muhammed ve yanındaki sahabeler, "Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır." (Araf Suresi, 181) ayetinde söz edildiği gibi, insanlar arasında adaleti sağlayan bir ümmet olmuşlardır.

Arap Yarımadası'nın Güney kısmındaki Hıristiyan Necran Halkı ile yapılan sözleşme de Peygamber Efendimizin hoşgörü ve adaletinin en güzel örneklerinden biridir. Yapılan sözleşmenin maddelerinden biri şu şekildedir:
 

Peygamberimiz bu ve benzeri anlaşmalarla, İslam'ın getirdiği güzel ahlakın toplum içinde tecelli etmesine ve kitap ehlinin de Müslümanlarla birlikte huzur ve barış dolu bir yaşam sürdürmesine vesile olmuştur.
(Bu bölümde Harun Yahya’nın eserlerinden istifade edilmiştir)
 
HANGİ AHLAK
 
   Bilindiği gibi toplumsal hayatın devamı, iyi ahlâktan geçer. Sosyal bir olgu olarak ahlâkın toplum hayatı için bu derece önemli olmasındandır ki, öteden beri bilim adamları, düşünürler, filozoflar ve sosyologlar, ahlâk üzerinde yoğunlaşmışlardır. Peygamberler de güzel ahlâktan uzaklaşan insanları yeniden güzel ahlâkla buluşturup bütünleştirmek amacıyla gönderilmiştir. Nitekim güzel insan, en mükemmel ahlâk sahibi Hz. Muhammed de, kendisinin peygamber olarak gönderilişinin sebebinin güzel ahlâkı tamamlamak olduğunu belirterek (İmam Malik, Muvatta, Husnu’l Hulk, 8, II/904) güzel ahlâkın insanlık için hayatî olduğunu ortaya koymuştur.
 
Kur’an’da da Peygamberimize hitaben; “Sen kuşkusuz yüce bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 4) buyurularak bu gerçek teyit edilmiştir.
 
   Din, tek tek bütün insanların iyi ahlâk sahibi olmalarını ister ve hedefler; ancak sosyal açıdan güzel ahlâkın azami ölçüde egemen kılınmasını, toplumun bekası için şart görür. İslâm, toplumun ayakta kalmasının şartı olarak gördüğü güzel ahlâkın, toplumda hâkim durumda olmasını ister. Çünkü toplumda iyi ahlâk hakim olmazsa, toplumsal ilişkilerin huzur içinde gerçekleşmesini sağlayan güven ortamı da olmayacaktır. Güven ortamının olmadığı toplumda, ilişkilerin zedelenmesi ve huzursuzluğun baş göstermesi kaçınılmazdır. Güzel ahlâkın ve dolayısıyla güvene dayalı ilişkilerin egemen olmadığı toplumlarda, insanların birbirlerine iyiliği tavsiye etmeleri, birbirlerini kötülüklerden alıkoymaları mümkün değildir. İyiliği yayma ve kötülüğü engelleme işinin, yani emr bi’l marûf ve nehy ani’l-münker ameliyesinin olmadığı bir toplumda huzursuzluk hakim olur.  Bütün bunları düşündüğümüzde, güzel ahlâkın Müslümanlar için ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz.
 
   Güzel ahlâkın Müslüman toplum için hayatîliğini, Kur’an ayetlerinin pek çoğunda bulmak mümkündür. Diyebiliriz ki, Kuran’da birey ve toplumun iyi ahlâk sahibi olması birinci plândadır. Kuran’ın yaklaşımında güzel ahlâk, inanç ve ibadetin ayrılmaz bir parçası olarak görülür. Kuran’da güzel ahlâkın olmadığı yerde iman ve ibadetin anlamsızlığı vurgulanır. Kur’an, insanın Allah’a, kendine ve topluma ilişkin güzel ahlâka dayalı sorumluluk alanlarını belirleyen bir kitaptır. Ahlâk kavramının bir insanın bütün davranışlarını kapsadığı hesaba katılırsa, onun inanç, ibadet ve insanın diğer boyutlarıyla ayrılmaz bağı anlaşılır. Nitekim Hz. Muhammed, “İman bakımından müminlerin en kâmili, ahlâk bakımından en güzel ve çoluk çocuğuna karşı en lütufkâr olanıdır.” (et-Terğib, 4/182) hadisinde, iman ve ahlâk ilişkisini ortaya koymaktadır. Tam bu noktada güzel ahlâk Müslümanlar açısından bu derece önemli olduğu halde, günümüzde, içinde yaşadığımız dünyada Müslümanların, birbirleriyle ve Müslüman olmayanlarla ilişkilerinin güzel ahlâk temelinde geliştiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilir miyiz? İmanından kuşku duymadığımız ve ibadetlerine düşkün olduğunu bildiğimiz her Müslüman’ın, aynı zamanda güzel ahlâk sahibi olması gerekirken böyle olduğunu söyleyebilir miyiz? Dindar bir Müslüman’ın duruşuyla, tutum, tavır ve davranışlarıyla, ilişkilerinde güzel ahlâkıyla her halükârda “emin” olabildiğini güven verebildiğini söylemek mümkün müdür? Böyle özelliklere sahip olduğunu söyleyebileceğimiz pek çok insan vardır kuşkusuz toplumumuzda. Fakat içinde yaşadığımız toplumsal şartlarda genel insanî ilişkilerin sözünü ettiğimiz çerçevede, güzel ahlâk temelinde gerçekleştiğini söylemek de çok güçtür. İçinde yaşadığımız toplumsal ve kültürel dünyada öyle birtakım dindarlar türemiştir ki, bunların güzel ahlâkla sorunları bulunmaktadır; bunlar, örneğin topluma zarar verecek davranışlarda bulunabilmektedir; bunlar kul hakkını ihlâl edebilmektedir; yani bunlar, gerçekte bir iman sahibi dindarda olmaması gereken özelliklere sahip bulunabilmektedirler. Şimdi düşünmek gerek: Acaba bunun sebebi ne olabilir? Hem dindar Müslüman olup hem de güzel ahlâk konusunda sorunlu olmanın temelinde ne yatmaktadır? Bugün toplumda hakim olan bir tür güzel ahlâk aşınması, bir tür iyi ahlâk törpülenmesi/örselenmesi diyebileceğimiz olay nereden kaynaklanmaktadır? İnsan nasıl hem dindar hem de kötü ahlâklı ve bilinçsiz olabiliyor? Acaba bu tür bir dindarlık nasıl hasıl olabiliyor? Bilinçli ve samimî dindar insanların çok muzdarip olduğu bu problem üzerine gerçekten çok şeyler söylenebilir, ancak bu sorunun çözümünün, “bilgi temelli, ahlâk eksenli bir dindarlık” ile mümkün göründüğü açıktır. Zira dindarlık, bilgi ve ahlâka dayanarak sağlam bir zemine oturabilir.  Dindar toplum, düşünce ve davranışlarında din, iman ve ahlâkı bir bütün olarak yaşar. İslâm ahlâkı söz konusu olduğunda, Kur’an, bunu açık bir üslûpla ortaya koymaktadır. “Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz iyilik (bir) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlerine iman eden; ona olan sevgisine rağmen malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmışa), isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler (in tutum ve davranışıdır). İşte bunlar doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.” (Bakara, 177)
 
   Bu ayet iyi ahlâk ile Allah’a iman ve ibadet arasındaki direkt ilişkiyi göstermektedir. Hatta bu ayetten hareketle İslâm’ın bütün emir ve nehiylerinin ahlâk kapsamı içerisinde ele alındığını da söylemek mümkündür. “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir.” gibi hadisler de bu hususu desteklemektedir.  Bunun gibi ayet ve hadislerle Hz. Peygamber’in hayatı birlikte düşünüldüğünde, iyi ahlâk sahibi dindar insanın, dininin emirlerini yerine getirirken, Yaratıcısı, kendisi ve toplumla ilişkilerinde denge ve adalet temelinde hareket etmesi ve biriyle ilişkisini öncelerken, diğerlerini ihmal etmemesi gerektiği de anlaşılmaktadır.
 
   Bir ahlâk sistemi olarak İslâm’ın ahlâka verdiği önem, birey ve toplumu korumaya ve onların geleceğini sağlamaya yöneliktir. İslâm, ahlâkî düzeni, birey ve toplumdan başlayarak yukarı doğru çekmiş, nihayet sosyolojik çerçeve ile yetinmemiş, onu küllî ve mutlak düzene uyd
 

Şiirler
 

Makaleler
 
 
Anasayfam Yap
 
 
131473 ziyaretçi (448952 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol